Seri kulaçlarla kıyıya doğru yüzen genç kadının nerede olduğuna dair en ufak bir fikri bile yoktu. Nihayet kıyıya ulaştığında, kumlarda bir kaç adım attıktan sonra kendini yere bıraktı. Uzun süredir yüzmesine rağmen kızgın kumlar ayaklarını yakmamıştı. Uzandığı yerden şöyle bir doğrulup gözleriyle ufku taradı. Nereden geldiğini hatırlamaya çalışıyor ama bunu başaramıyordu. Deniz ona ait izleri silip eski durgun haline dönmüştü.

Dünyanın en el değmemiş kumsalıydı sanki burası. Göz alabildiğine uzanan altın sarısı kumlar ile denizin buluştuğu çizgi zamanın başlangıcından beri oradaymışcasına bakir görünüyordu. Bu yaz sabahında esen rüzgar denizin pürüzsüz bir cam gibi parıldayan yüzeyini rahatsız edemeyecek kadar hafifti. Etrafta hiç insan izi yoktu.

Rüzgar aniden kuvvetlendi. Suyun yüzeyinde beliren küçük dalgalar denizin o açık mavi rengini kasvetli bir griye çevirdi. Gökyüzünde bulutlar toplanmaya başladı. Genç kadın hiç üşümese de içinin ürperdiğini farketti. Nasıl olmuş da gelmişti bu ıssız kumsala? Neden etrafta kimse yoktu? Nasıl geri dönecekti? Ağır bir hüzün ve umutsuzluk duygusu koca bir dalga gibi sarstı genç kadını. Ansızın, nasıl geri döneceği sorusunu bile anlamsız bırakan bir şey geldi aklına; Nereye dönecekti?

Oturup başını dizlerinin arasına yasladı. Yanaklarından süzülen gözyaşlarının sıcaklığını hissedemiyordu. Yanağına dokundu. Yüzünü ıslatan şey gözyaşları mı yoksa deniz suyu muydu? Parmaklarını hemen yüzünden çekti. Elini saçlarına götürdü bu kez. Sıkıntılı anlarında farketmeden yaptığı gibi parmaklarını uzun sarı saçlarında gezdirip buklelerini düzeltmeye çalıştı. Saçlarına takılan parmaklarını geri çekip baktığında deniz tuzu ya da çamur gibi bir şey göreceğini düşünüyordu ama tırnaklarının arasındaki şeyler daha çok pıhtılaşmış kana benziyordu. Yüzerken başını bir yere çarpmış olmalıydı. Ağrı hissetmediğime göre önemli bir şey olamaz herhalde diye düşündü.

Bir süre ne yapacağını bilemez halde bekledi… Etrafa göz gezdirdiğinde, güneşin de giderek yükselmesiyle, kumlardan çıkan sıcak hava dalgalarının, sanki bir çöldeymiş gibi görüntüyü bulanıklaştırdığını farketti.

Ufukta belli belirsiz bir karaltı görür gibi olan kadın bir görünüp bir kaybolan bu şeyi izledi. Yaklaşmakta olan bir adam mıydı bu? Bu ıssız yerde birisine rastlamak umuduyla elini siper edip gözlerini kısarak dikkatle baktı. Evet, yanlış görmemişti.  Adama sorarak yolunu bulabilirdi belki. Bekledi…

Siyah mayolu, uzun boylu adamın güneş yanığı cildi ıslaktı ve neredeyse tamamen kumla kaplıydı. Dalgalı kumral saçlarının üzerinde yer yer deniz tuzu birikmişti. Deniz mavisi gözlerinde hüzünlü bir ifade vardı. Ayak parmaklarına yosunlar dolanan genç adam sağ bacağına kramp girmişçesine ayağını yerden sürükleyerek kadına yaklaştı ve önce denize doğru daha sonra ise kadının gözlerinin içine bakarak öylece durup beklemeye başladı.

Adamın konuşmaması üzerine genç kadın ona nereden geldiğini sordu. Uzun süredir konuşmadığından olsa gerek çok boğuk çıkan kendi sesini duyunca şaşırdı.

-Denizden, diyen adam bir yandan da geldiği yeri tekrar görmek istermiş gibi gözlerini denize çevirdi.

Sesi sanki derin bir kuyudan gelir gibiydi. Belki de yüzerken su yutmuştur ve o yüzden boğuk ve hırıltılı konuşuyordur diye düşündü kadın. Adam konuşmaya devam etmeyince de,

-Sanırım yolumu kaybettim, diye ekledi.

Adam cevap vermedi. Bakışlarını yeniden kadına çevirmişti. Genç kadın bu gözlerde bir gariplik olduğunu belli belirsiz fark etmişti ama yakından bakıp da adamın mavi gözlerinin ne kadar donuk olduğunu görünce iyiden iyiye şaşırdı. Neredeyse gözbebekleri fark edilmeyecek kadar soluk, buzlu cam gibi bir çift göz. Adam kör olsa gerekti. Kadının gözlerinin içine bakar gibiydi ama sesinin geldiği yöne doğru bakıyor olmalıydı. Adamın kendini göremediğini düşünse bile bakışlarını kaçırmak istedi. Başını eğdi ve adamın ayaklarını yakından görünce ufak bir çığlık atmaktan kendini alamadı. Adamın ayaklarına dolanan yeşil yosunların arasından uzanan parmakları balıklar tarafından kemirilmiş gibi kemiklerine kadar açılmıştı. Açığa çıkmış bembeyaz kemikler kanlı bir ağızda sırıtan dişler gibi görünüyordu. Tekrar gözlerini kaldırdığında adamın yüzünde başından beri varolan hüzünlü ifadede en ufak bir değişiklik olmadığını fark etti. Bu yüzde tanıdık bir şeyler vardı. Sanki çok eskiden tanıdığı biri yılların ardından kendisine bakıyordu.

Adam kadına doğru eğilip elini uzattı. Eğilirken hareketleri çok tutuktu. Beli ise garip bir açıyla kırılmıştı. Kadın şaşkın bir şekilde uzanan bu ele baktı. Bir an ne yapacağını bilemeden öylece bekledi. Adamın kör olduğuna iyice kanaat getirince uzanan eli tutup kendini ayağa kaldırmasına izin verdi. Adamın eli ne sıcak ne de soğuktu. Herhalde yolu tarif etmektense gösterecek diye düşündü. Kadının elini sıkıca tutan adam denize doğru döndü.

-Nereye gidiyoruz?

Sesindeki titreme hissettiği korkunun boyutlarını yansıtmaktan çok uzaktı.

-Artık gitmeliyiz.

Adam denize doğru bir iki adım atarken kadın elini kurtarmak için geriye doğru bir hamle yaptı. Ancak adam elini o kadar sıkı tutuyordu ki kurtulması  neredeyse imkansızdı. Bu itişme sırasında adam bir an için arkasını dönünce kadın bir şok daha yaşadı. Adamın sırtında, mayosunun hemen üzerinden başlayan büyük bir yara vardı. Tam belkemiğinin üzerinde derin bir oyuk. Bir avuç büyüklüğündeki yaranın içinde soluk beyaz kemikler, bunları birbirine bağlayan ve aralarından çıkan parçalanmış kas ve sinirler görünüyordu. Bu adam yürüyor olamazdı. Kadının içini dehşetle beraber bir acıma duygusu da kapladı.

Adam, bir kez daha, gitmeleri gerektiğini söyleyip denize doğru kadını da çekerek yürümeye devam etti. Kadın yürümüyordu ama tam anlamıyla direndiği de söylenemezdi. Ayakları yerde sürüklenerek adamın peşinden şaşkın bir şekilde gidiyordu. Son bir kez kurtulmayı denerken sol kolunu uzatıp adamı itmeye çalıştı. Kolunu uzattığında elinin garip bir şekilde sallandığını gördü. Bileğinin kırık olduğunu anladı. Nasıl oluyor da hiçbir acı hissetmiyordu?

Denize yaklaşmışlardı. Başını kaldırıp baktığında ileride suyun üzerinde yüzen bir şeyler gördü. Bazı şeyleri hatırlamaya başladı. Eski mutlu günlerden bölük pörçük birkaç anı. Güneşte sararıp solmuş ve kenarları yırtılmış eski fotoğraflar. Bu fotoğraflarda şu anda elini tutan adam da vardı. Direnmekten vazgeçti. Yürüyüşlerindeki gariplik ve yaralarını görmezseniz onları denize doğru yürüyen sevgililer sanabilirdiniz.

Adamla el ele adım adım denize doğru yaklaşırken, az öncesine kadar ulaşamadığı anılar batık bir tekneye dolan sular gibi zihnine hücum etmeye başlamıştı genç kadının. Tekneleriyle çıktıkları tatilde o ıssız kumsalı ilk gördükleri an. Demir atıp yüzüşleri. Kumsalda güneşlenmeleri. O unutulmaz günün gecesinde ay ışığı altında güvertede oturup yaptıkları sohbet. Keşke hiç ayrılmasak bu kumsaldan demişti. Hayatımız boyunca sanki burayı aramışız. Keşke sıkıcı hayatımıza ve günlük sorunlarımıza hiç geri dönmesek. Sonsuza dek bu kumsalda kalsak…

Bunları konuşalı henüz üç gün olmuştu ama sanki bir ömür kadar uzak geliyordu kadına. Demek ki bazı dualar kabul ediliyordu. Kabusa dönüşseler bile.

Şimdi yine o kumsalda el ele yürüyorlardı. Denize ulaşmışlardı. İlerlemeye devam ettiler. Bir süre sonra suyun yüzeyinde birkaç küçük hava kabarcığı dışında hiçbir iz kalmamıştı. Kumsal yine ıssızdı. Birkaç yüz metre açıkta ise üç gün önce batan tekneden arda kalan parçalar ve sızan motor yağı henüz fark edilmemiş ölümcül kazanın yerini belirten izler olarak yüzmeye devam ediyordu….

Tags:

1 Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir